Tarihin akışıyla başlar ahşap, insanoğlu kadar eskidir. Kutsal Kitaplarda da bahse konu olur. Hatta bazı dinlerde kutsal sayılanlarda vardır.
Nereden mi çıkardınız şimdi bunu diyeceksiniz. İsterseniz tarihe şöyle bir yolculuk yapalım ne dersiniz?
Adem oğlunun dünyaya gönderilişindeki meyanın ağacıyla gelmiştir ve hala serüveni devam etmektedir.
Peygamber mesleğidir marangozluk, Hz. Nuh Marangozların piri sayılır. Nuh tufanında yaptığı gemiyle kavminin inananlarını kurtarmış, Hz. Zekeriya’nın marangoz olduğu kuranda da belirtilmiş, aynı zamanda Hz. İsa’nın mesleğidir marangozluk…
Ahşabın diğer materyallerden farklı o kadar çok özelliği vardır ki hele bizim Anadolu kültüründe Çiftçinin elinde, yanık türkülerini söylerken tarlada Saban, harmanda Döven, Dirgen, Yaba, Kürek, Galbur (Kalbur),Holos, oldu. Uzakları yakın etmek içinse gıcırdayan tekeriyle bir kağnı, bazense dibekte dövülen bulgura vurulan tokmak, dere kenarında taş üzerinde yıkanan çamaşırlara vurulan tokaç, kimi zaman arka odada genç kızlarımızın, kadınlarımızın ilmek ilmek dokuduğu halıların halı tezgahı; o söylenen türkü, nakış nakış işlenen sevdalar değil mi içimizi ısıtan, yüreğimiz den gelen bir sıcaklık
Bir köyde kapısının önünde yüzünü güneşe vermiş ninenin elinde torunlarına öreceği yün eğirdiği kirmen dir. Bazı zamanda çocuğun arkasından koşup kırbaçladığı topaç olurdu. Anadolu öyle harika bir yerdir ki nereye gitseniz farklı objeler görürsünüz. Yıllar önce insanların oğulları olduğunda dam üstüne attıkları kütük gibi..
Şehir dışından köyümüze gelen misafirlerimizi ağırladığımız, kış aylarında toplandığımız ahşap ev den köy konaklarımız vardı. İçerisinde sıcak sohbetler edilir, kenarında bir soba, üzerinde bir çaydanlık… İçerideki insanların samimiyeti yüzlerine vurur, o içtenliğin sıcaklığı etrafa taşardı.
Bir köy kahvesinde koca çınarın altında sandalye, masa üzerinde yudumladığımız sıcak hoş mis kokulu bir çay, sizi tanımayan insanların merakla ilk önce sizi süzüşleri ve merhaba, hoş geldin efendi sözleri, hala hatırlayanlara sıcak bir tebessüm ettiriyordur umarım.
Anadolu’muzda kütük ev lerden oluşmuş orman köylerimiz vardı. Beşiğin içindeki bebeğe ninniler söylenen, ninelerin gaz lambası altında anlattığı sonunu merak edip bitmesini hiç istemediğimiz masallar, öyküler. Yanı başlarında ahşaptan yapılma ambarları, öyle ustalıkla yapılmışlardı ki içerisine fareler giremesin diye ambar ayaklarını diskler şeklinde oluşturmuşlardı. Evimizin önünde çardaktı güneşten, yağmurdan koruyan bizi.
Kasabalar kurduk ahşap konaklardan güzel Safranbolu’muz gibi, İstanbul’da ahşap yalılarımız oldu boğaza nazır.
Yaşamımızda iç içeydik ahşapla geçmiş elli yılda bu hasletleri yitirdik. Son on yılda ise hatırlamaya başladığımız, geçmişte bıraktığımızı sanıp ta kopamadığımız ahşabı yaşam ortamlarımıza taşıdık. Şehirler büyürken dünya da küçüldü. Sadece kendi ülkemizde gördüğümüz ağaç türlerinden farklı ağaç türlerine de ulaşmakta kolay hale geldi. Şehirler öyle büyüdü ki bir anda ruhsuz üst üste beton yapılar ortaya çıktı. Şehirlerimizi o betonlaşmadan kurtarmak için dış mekan tasarım ve düzenlenmeleri yaparken park ve bahçelerde dış mekan mobilyaları, kent mobilyaları ismi ile şehre nefes aldırmak estetik ve ruh katmak için çalışmaya başladık.
Çocuklarımızın o kalabalık ve gürültü arasında neşeyle koşup oynadığı parklarımızın içerisine oyun grupları, çimler, çiçekler, salıncaklar pergoleler yerleştirdik. Bu arada artık ninelerde oturduğu banklardan torunlarını gözetleyip güneşleniyor oldu.
Sabah aile bireyleriyle neşeyle kahvaltı yaptığımız dairemizin üst katındaki ahşap teras larımız oldu. Sitelerin önünde o kır kahveleri yok ama emeklilerin hoşsohbet ederken oturdukları kameriyeleri var. Bazı binalarımız o kadar yüksek ki üzerindeki seyir teraslarından şehri izliyor. Hülyalara dalıp kız kulesini izler gibi.
İnsanlar hem şehire yakın olup hem de rahat yaşayabilmek, yazın misafirleriyle keyifle çaylarını yudumlamak için müstakil evlere taşınıp bahçelerine gazebo, kış aylarında kahvaltı ve kış güneşinin keyfini sürmek için ise verenda yaptırdı. Evlerinin bahçe girişlerine sundurma yaptırdılar, çisil çisil yağan yağmurları izlemek için…
Bazılarımız hafta sonu stres atayım diye kendilerine hobi bahçeleri kurdu. Şanslı olanlar ise şehir kıyısından mesire alanlarına yakın arazi alıp üzerine ahşap evler kurup emekliliğin tadını çıkarmaya başladılar. Bahçede şöyle bir şömine, yetiştirdiği ağaçlarının arasında ise güzel bir ahşap kamelya, kamelyasında oturur iken seyre daldığı bahçesi, hani o burcu burcu kokan yemeye kıyamadığı, o organik diye tabir ettiğimiz meyve ve sebzeleri yetiştirmenin verdiği mutluluğu ve hafta sonu eşe dosta ikram etmek için beklemek.
İşte bizler o sıcaklığı, neşeyi ve huzuru, hasretle özlediğimiz samimiyeti sizlere taşımak için yola çıktık…